22 Ağustos 2010 Pazar

Ramazan latifeleri


Büyük kafa Cemil Gül Hoca anlatıyor: Gaziantepli Mehmet Hoca, bundan on yıllarca önce Halep'e gider.Amacı ziyarettir. Tarihi yerleri gezdikten sonra, bir de çarşıya uğramayı düşünür. Dükkânları dolaşırken bir kocaman fes dikkatini çeker.Sanki tam kafasına göre bir festir. Bir hoca olarak en çok muzdarip olduğu konu, başına uygun bir fes bulamamasıdır. Çünkü Allah'tan çok iri bir başı vardır ve memleketinde kafasına uygun bir fes bulamamaktadır.
Bu yüzden fesi görünce heyecanlanır. Çok da belli etmemeye çalışarak, fesi başına alır ve sanki atölyeden özel yapılmış gibi başına güzelce oturur.
-Hemşehrim ne kadar bu fes?
-Beş lira.
Fiyat normalin iki katıdır.
-Olmaz, çok pahalı. Bu kadar yüksek olur mu?
Bir taraftan fiyatı yüksek bulur, ama diğer taraftan da fesi almak ister. Gidiyormuş gibi yaparken dükkân sahibine seslenir:
-Bak hemşerim, üç liraya verirsen alırım.
Hem sana bir şey söyleyeyim mi? Sen bu büyüklükte kafayı değil Halep, Suriye'de, Orta Doğu'da arasan bulamazsın.
Bu söz satıcının hoşuna gider fakat onun da altta kalmaya niyeti yoktur:
-Doğru diyorsun ama hocam sen de bütün memleketi arasan bu büyüklükte bir fes bulamazsın. Gel dört liraya vereyim. Ve anlaşırlar.


Camiyi görmek
Kerim Ağa anlatıyor: Bir gün köyden harmana gidiyorum. Biri altımda, diğeri yedeğimde iki at götürüyorum. Hacı Veyis Efendi ezanı okumuş, cemaat bekliyor. Beni görünce çağırdı. Attan indim.
-Buyrun Hocam, dedim. Bana sordu:
-Yahu şu karşıda parıldayan bir şey var, nedir o?
Ben çok rahat bir şekilde cevapladım:
-Karşı köyün camisidir hocam!
-Oğlum, beş kilometre ilerdeki camiyi görüyorsun da, önündeki camiyi niçin görmüyorsun? Haydi, bakalım camiye! Ben gülerek camiye koştum...

Sözünde duran hoca
Bir keresinde Eğinli Hacı Hafız bir Kur'an merasimine davet edilir. Bir genç hafızın, "aşere takrib" icazet merasimi için çağrılıdır. Eğinli Hoca Efendi, Şeyhü'l-Kurra olarak merasimi idare edecek, duasını yapacak. Ve geleceğine dair de söz vermiştir.
O gece sabaha karşı, Hoca Efendinin altı yaşındaki oğlu vefat etmiş. İcazet merasimi öğleden önce yapılacak idi. Hoca hanımına;
-Çocuğun üzerini örtün, ben gelirim inş! Diyerek evden çıkmış.
Ailesi; doktor getirecek, cenazeyi yıkamak için gassal getirecek sanmışlar. Eğinli Hoca ise doğruca merasimin yapılacağı yere gitmiş. Programı bitirir, duasını yapmış ve sonra izin istemiş. Ev sahibi:
-Efendim, yemek yenilecek, lütfen acele etmeyin, demiş.
Hoca Efendi:
-Allah razı olsun, Allah kabul etsin. Ben size program için söz vermiştim, yemeğe sözüm yoktu. Sözümü de icra ettim. İnş yavrumuzun, ilim icazetini vermek için de geliriz. Ama benim acilen eve gitmem lazım.
Cemaat çok ısrar edince, durumu açıklamak zorunda kalmış.
-Bizim küçük mahdum sizlere ömür, Allah'a emanet ettik.
-Hocam cenazeyi bırakıp mı geldiniz?
Gelen cevap her hocanın da her babanın da veremeyeceği kıvamdadır:
-Cenaze benim oğlumdur, bekler. Bir kişidir. Ama burada ahya, diriler bekliyor. Bunca yıllık hoca olarak bizler sözümüzde durmazsak, sonra nasıl insanlara ahlaktan bahsederiz? Cemaat de hocanın arkasından giderek cenazeye katılırlar.