14 Nisan 2010 Çarşamba
Efendimiz Ancak Yaşanarak Anlaşılır
Peygamber Efendimizi çok seviyor, ona büyük bir hürmet duyuyoruz. Adeta milli bir vasfımız olan peygamber sevgimiz, zamanla azalmadığı gibi belki budanan bir ağacın daha gür çıkması gibi gittikçe çoğalıyor…
1989’dan beri resmi olarak kutlanan Kutlu Doğum haftasına, her geçen yıl daha büyük bir ilgi gösteriliyor. Bu dönemde, Efendimizin hayatını anlatan kitaplar, hadislerinden seçmeler ve güllerle bezeli naatlar; hediyelik eşya satan dükkânların raflarını dolduruyor. Bunlar insanın içini ısıtan, ümit aşılayan güzel manzaralar. Fakat yine de yetersiz…
Çünkü onunla birlikte dünyada nelerin değiştiğinin, nelerin başlayıp nelerin bittiğinin farkında değiliz. Birçoğumuzun siyer bilgisi, çağrı filminin sahnelerinden ibaret olduğu için “Peygamber Efendimiz dünyaya gelmeden önce Arabistan’da kız çocukları diri diri toprağa gömülüyormuş,” diyoruz. “Kadınlar alınıp satılan #### gibi görülüyormuş, kölelerin insan olarak hiçbir değeri yokmuş,” diyoruz. Evet, bunların hepsi doğru ama bir şeyler yine de eksik kalıyor. Zannediyoruz ki yalnız Arabistan’da ve yalnız kız çocukları, kadınlar ve kölelerin gördüğü zulme karşı bir hareket…
Hayır. İşin doğrusu, Efendimiz dünyaya gelmeden önce, sadece din adına yapılan sapkınlıkları yazsak birkaç kitap doldurur. Gerçek şu ki, Efendimizin “âlemlere rahmet” sıfatı hiç de içi boş bir söz değil. Fakat şunu da unutmayalım ki Efendimizin rahmeti, sadece toplumdaki bir kısım haksızlıkları ortadan kaldırmak üzere yapılan siyasi bir değişimden ibaret de değil…
O sadece siyasi bir lider değildi
Günümüz gençleri, eski siyer geleneğinden farklı bir şekilde, Efendimizin peygamberlik kimliğinden çok, tarihteki siyasi liderliği ve sosyal hayata getirdiği eleştirileri öne çıkaran modern bakışın etkisiyle olacak, peygamberimizin asıl değerini ve tarih ötesi yerini anlamaktan biraz uzak düşmüşlerdir.
Günümüzde, Efendimizin hayatı denildiğinde akla gelen, daha çok işkence devirleri, hicret yolculuğu, askeri seferler, savaş sahneleri, anlaşma ve fetihler gibi siyasi hareketlerdir. Evet, bunlar da Resulullah’ın örnek şahsiyetinin anlaşılmasında önemli bir yere sahiptir. Fakat onu siyasi bir hareketin başrolüne indirgemek, onu tarihin bir dönemine hapsediyor, yapacaklarını yapmış, işi bitmiş gibi bir duruma getiriyor. Bu yüzden Efendimizin hayatı dediğimizde, onun tarih üstü ve beşeri kişiliğini aşan şahsiyetini; peygamberlik vasfını dosdoğru anlamak gerekiyor.
Dikkat etmemiz gereken çok önemli bir konudur bu; artık peygamberimizin hayatı denilince akla ya kırmızı güllerle bezeli “571’de Mekke’de doğdu. Annesinin adı…” diye başlayan bir özet ya da savaşlarla geçmiş bir ömrün kronolojik sıralaması gelmemelidir.
‘O’nun hayatına’ Allah -cc- yemin ediyor!
Hiçbir zaman unutmamalıyız ki Efendimizin hayatı; Rabbimizin üzerine yemin ettiği bir hayattır: “Resulüm, ömrüne yemin ederim ki, gerçekten onlar, sarhoşlukları içinde ne yaptıklarını bilmiyorlardı.”(Hicr: 72)
Edebi kuralların gereğidir ki, üzerine yemin edilen bir şey, herkesin değerini kabul ettiği, üzerine yemin edilmesinden ötürü ürperdiği, dikkat kesildiği bir şeydir. Üstelik Efendimizin yaşadığı ömrün üzerine yemin eden, Allah u Zülcelâl’in bizzat kendisidir. Öyleyse iyi düşünelim, Efendimizin hayatını, yemin edilecek kadar önemli kılan nedir? Onun hayatına yemin etmekle Rabbimiz hangi hakikate dikkat çekmektedir?
Biraz düşünecek olursak cevabı bulmak zor değildir aslında. Hiç kuşkusuz Efendimizin hayatı bütünüyle İslam’dır. İman ettiğimiz akide, onun tebliğ etmek ve yerleştirmek uğruna canını, malını hatta en çok sevdiği yakınlarını feda ederek, bizlere kadar ulaştırdığı akidedir. Hem de o bu akideyi tek bir harfi bile tahrife uğramadan bize ulaştırmak için, şirkle, küfürle, muharref kitap ve geleneklerle savaşmaya bütün bir neslini adamıştır. Bir yandan hak dini muhafaza etmek için her çeşit çileye katlanırken bir yandan da onu tebliğ ve talim etmek için büyük fedakârlıklarla talebeler yetiştirmiştir.
Sonra Efendimizin hayatı tümüyle İslam geleneğinin kaynağıdır. Gerek fıkıh hükümleri, gerek tasavvuf ve ahlak edebi onun hayat tarzında müşahhas bir hale gelmiş ve uygulamaya geçmiştir. Âlimlere göre ayeti kerime de “sana kitap ve hikmeti verdik,” buyrulurken bahsedilen hikmet; pratiğe aktarılan, uygulamalı hakikat, yani sünnettir.
En iyi tanıyan nesil: Sahabeler
Hiç kuşkusuz Efendimizin getirdiklerini en iyi anlayanlar, onun en yakınları, Ehli Beyt’i ve Sahabei Kiram hazeratıdır. Bu sebeple de onların hayatını, hallerini, ibadetlerini ve edeplerini bilmek de bizim için büyük önem taşımaktadır. Öyleyse Siyeri Nebi öğreniminde ihmal edilmemesi gereken bir nokta da Sahabe’nin davranışları ve Efendimizle olan münasebetleridir. Bize kadar ulaşan pek çok hadisi şerif, Ashabı Kiram’ın Resulullah Efendimizin etrafında pervane gibi döndüğünü, ona hizmet etmekte yarıştıklarını göstermektedir. Hatta Efendimize gösterilen bu düşkünlük ve bağlılık, Müslümanları yeterince tanımayanları hayrette bırakmıştır.
Hudeybiye Antlaşması’ndan önce, Allah’ın Resulü ile görüşmeye gelen, bu arada Sahabe’nin davranışlarını gözlemleyen Kureyş’in ünlü diplomatı Urve bin Mesud’un sözleri bunlara sadece bir örnektir: “Ey kavmim! Ben vaktiyle birçok hükümdarın huzurunda elçi olarak bulundum. Vallahi, bunlardan hiç birinin adamlarının, Müslümanların Muhammed’e gösterdikleri gibi saygı gösterdiklerini görmedim.”
Gerçekten de Sahabe hem Resulullah’ı herkes yalanladığı bir sırada tasdik etmekle hem onunla beraber hicret etmekle hem buyurduğu bütün emir ve yasakları itirazsız kabul etmekle hem de canlarıyla mallarıyla hizmet ve cihad etmekle büyük bir edep örneği göstermişlerdir. Bunların yanında hareketlerindeki nezaket ve saygı ile de gönüllerindeki hürmet ve muhabbeti davranışlarına aksettirmişlerdir.
Zaten Kuranı Kerim’de, Rabbimizin de Resulullah’a karşı, gayet ince davranmamızı emir buyurduğunu görüyoruz. Hucurat suresinin ilk ayetleri onu ziyarete gelen bedevileri ikaz ederek; “O’na herhangi biri gibi hitap etmemelerini, huzurunda seslerini yükseltmemelerini, yoksa amellerinin zayi oluvereceğini” bildirirken bizlere de bir edep dersi vermektedir.
O’nu yaşayarak hissetmede
Âlimler ve Tasavvuf büyükleri örnektir
Öyleyse tasavvuf ilim irfanının talim edildiği dergâhlarda riayet edilen edep kaidelerinin de bizzat Kuranı Kerim’in öğütlediği bir davranış modelinden alındığını söylemek, yanlış olmaz. Nitekim Efendimiz de “Âlimlerin abidlere üstünlüğü, benim sizden herhangi birinize üstünlüğüm gibidir.” (Tirmizi, İlim 19, (2686)) buyurarak, âlimlere de benzer şekilde hürmet edilmesini işaret buyurmuştur.
Bunda da şaşılacak bir durum yoktur, çünkü peygamberimize hürmeti olanların, onun namına onun yolunda olanlara da hürmet etmesi beklenir. Hiç kuşkusuz bir insanın başka bir insanı anlayabilmesi, ancak onunla aynı halleri ve hisleri yaşamasıyla mümkündür. Bilhassa peygamberler gibi anlaşılması kolay olmayan bir tecrübe yaşayanların kıymetini bilmek, ona nispeten daha yakın bir hayat yaşayanların aracılığıyla daha kolay olabilecektir. Peygamberimizi sevmek, onu tanımak ve onun hayatını öğrenmek hususunda bu hususun değerlendirilmesi uygun olur.
Şu halde ‘Efendimizin hayatı, şahsiyeti ve hayatımızdaki yeri, onun yolundan gidenlerle hemhal olarak öğrenilirse çok daha doğru anlaşılır,’ demek yanlış olmaz. Bu hakikat, Efendimizi öğrenmekte ve hayata geçirmekte din âlimleri ve tasavvuf büyüklerinin önemini vurgular.
Efendimizin hayatını, akademik bakışla inceleyip aktarmak veya ona karşı hisleri edebi eserlerle dile dökmek de hiç kuşkusuz onu anlama ve sevme yolunda önemli birer hizmettir. Fakat bu hizmetler bizzat yaşayanların örnek olarak anlatması olmazsa tam maksadına ulaşmayabilir. Çünkü akademik incelemelerde, ister istemez Efendimizin hayatı nesneleşecektir. Edebiyatta ise sanatın tabiatı icabı süslemelerden ve coşkun ifadelerden kaçınılamayacaktır. Bu ifadeler ise yaşayarak hissetmeyenlere abartılı görünecektir.
Son söz olarak, Efendimizi ve hayatını anlamak, ne bir destan gibi okumakla ne de onu sıradan bir tarihi şahsiyet gibi incelemekle mümkündür. En doğrusu, onu anlamaya çalışırken, onun yolundan gidenlerle beraber olarak, onun o üzerine yemin edilen hayatının bir benzerini yaşamaya çalışanlarla hemhal olmak gerekir. Böylece, başta kulluk hayatı olmak üzere, Efendimizin hayatının örnek alınması mümkün olan bütün yönleri hayata geçirilebilir.
“Kişi sevdiği ile beraberdir” hadisi şerifi, süslü harflerle yazılmak için değil, sevginin ve beraberliğin hakkını vermek içindir. Bir başka deyişle, Sevgililer Sevgilisi’yle beraber olmak istiyorsak, sevgi iddiamızın içini samimiyetle doldurmamız icap etmektedir. Bunun için de Sahabe onu nasıl sevmişse öyle sevmemiz gerekmektedir.